Ah Lili Marleen!

Bir geceyi düşünün… Siperlerin sessizliği, top seslerinin ardından gelen uğultu… Ve bütün bu gürültünün içinde birden bir şarkı yükseliyor: Lili Marleen. O an, düşmanlık unutuluyor; herkes aynı fenerin ışığında sevdiğini hatırlıyor.

 

Ömer Ali KIVANÇ

Birinci Dünya Savaşı’nın kan ve barut kokulu gecelerinden birinde, genç bir Alman öğretmen —Hans Leip— nöbet tutarken bir şiir yazdı. Belki Karpatların soğuğunda, belki Doğu Cephesi’nin karanlığında, belki de yalnızca içindeki özlemi bastırmak için… Ama o gece kaleminden dökülenler, savaşın bütün gürültüsünü susturacak kadar insaniydi:

Lili ve Marleen… Hayatındaki iki kadının adı, mermilerin ve bombaların gölgesinde bir kâğıda düşen satırlarla ölümsüzleşti.

Zaman geçti. Avrupa bir başka karanlığa savruldu. Hitler’in öfkesi sokaklarda büyüyor, Goebbels’in propaganda makinesi insanları adım adım ölümün eşiğine sürüklüyordu. Leip’in şiiri, bu karanlık düzenin eline geçti. 1938’de bestelenen ve Lale Andersen’in sesiyle 1939’da yankılanan şarkı, önce bir cephe marşına dönüştürüldü. Ama aşk, öyle kolay teslim olmazdı.

1941’de Belgrad Radyosu, Alman askerlerine moral olsun diye her akşam 21.55’te Lili Marleen’i çalmaya başladı. Tuhaf olan şuydu: Şarkı sadece Alman askerlerini değil, karşı cephedeki askerleri de sarıp sarmalıyordu. Siperlerde birbirini boğazlayan insanlar, birkaç dakika boyunca silahlarını indiriyor, kulak kesiliyordu. Kimi zaman karşı mevzilerden, “Açın biraz, duyamıyoruz!” diye sesler yükseliyordu.

Büyük komutanların emri yoktu. Emir aşkın, özlemin ve insan kalmanın emriydi. Bir şarkı, koca bir savaşın ortasında, insanlara yeniden insan olduklarını hatırlatıyordu. Ne acı ki, şarkı bittiğinde tüfekler yeniden ellerdeydi. Ama o birkaç dakika… işte o birkaç dakika insanlığın en kıymetli zaferiydi.

Nazi rütbelileri bu “zaafı” fark etti, şarkıyı yasaklamak istediler. Ama iş işten geçmişti. Lili Marleen çoktan dilden dile, ülkeden ülkeye yayılmış, kalplere işlenmişti.

Türkiye’deyse, bu ezgiye Attila İlhan’ın dizeleri hayat verdi:

“Akşam olur mektuplar hasretlik söyler,

Zagreb radyosunda Lili Marlen Türküsü…”

Ve sonra Ahmet Kaya’nın sesi… Yiğitçe, hasretle, sanki bütün cephelerin üstünde yankılanır gibi:

“Dost ağlar karanfilim, dost ağlar karanfilim,

Marş söylemeden ölmek bize yakışmaz.”

Bir zamanlar toprağa düşen binlerce askere, sevdasına kavuşamayan milyonlarca insana, savaşların kirlettiği milyonlarca hayale rağmen, Lili Marleen hâlâ söylüyor:

Aşk, umudu hatırlatır.

Ve bazen en büyük marş, insana insanlığını hatırlatandır.

Öyle ya;

“Dehrin cefasını çektik,

Sefasını süreceğiz.”

Benzer Yazılarımız

F X T B in B @