Ömer Ali KIVANÇ
Büyük, garip, kalabalık şehirler…
Metro merdivenlerinde birbirine değmeden koşuşturan insanlar, aslında içinde yaşadığımız çağın en kısa fragmanı.
Belediye otobüslerinde cama yaslanmış başlar, tek bir kelime etrafında birleşiyor: Yorgunluk.
Kapitalist düzenin şekillendirdiği bu döneme belki de en uygun ad “Köksüzlük Çağı” olurdu.
Çünkü farkına varmadan birçok şeyi yitirdik. Önce bağlardan, bahçelerden, bostanlardan sürüldük.
Kimse ekin ekmeyi, sabahın serinliğinde toprağı koklamayı, yağmurun bereketini beklemeyi hatırlamıyor artık.
Biz topraktan uzaklaştıkça, çağın çehresi değişti.
Trafikteki araçlar bile renklerini kaybetti; şehirler beyaza, griliğe büründü.
Tabelalar, evler, sokaklar… Her şey aynı renge, aynı biçime döndü.
Binlerce şarkı, tek bir ritimle dönüyor piyasada.
İnsanoğlu, doğayla bütünken güçlüydü; şimdi ise saksılara hapsolmuş köksüz ağaçlar gibi yaşamaya alıştı.
Gürültüye, betona, renksizliğe, duyarsızlığa…
Ve biz, bu sıradanlığın içinde büyük trajedilere tanık oluyoruz:
Ormanlar yanıyor.
Bir kadın daha katlediliyor.
Bir madende göçük altında kalanlar kurtarılamıyor.
Bir deprem, yalnızca kenti değil, umutları da yıkıyor.
Ne kadar tanıdık manşetler değil mi?
Her gün okuyoruz, duyuyoruz. Ama artık sormuyoruz. Yargılamıyoruz, konuşmuyoruz, itiraz etmiyoruz.
Çünkü alıştırıldık.
Elimizde kalan yorgunluğa sığınıp, olanı biteni yalnızca izliyoruz.
Oysa yeniden kök salmak için, sadece bir soru yeterli olabilir:
Böyle, nereye kadar?
Ve her bir manşetin ardından yeni sorular sormalıyız:
Sahi, yanan ormanlara ne oldu?
Katiller gerçekten ceza aldı mı?
Bu kadar ölüm, bu kadar sessizlik… hepsi normal mi artık?
Yoksa biz, vicdanımızı da betonla mı ördük?
Üzerimizdeki yorgunluğu bahane etmeye gerek yok.
Bazı insani değerleri hatırlamamız, belki de yeniden öğrenmemiz gerekiyor.
Çünkü kökler sessiz uzar ama bir kez güçlendi mi, toprağı bile yerinden oynatır.
Şimdi sessizce uzayan köklerimiz, belki de yeniden ayakta kalmamızı sağlayacak tek şeydir.
Ve bu kökler, yalnızca doğaya değil, adalete, vicdana, insana da tutunmalıdır.
Çünkü bir toplumun kökü sadece toprağında değil, adalet duygusundadır.
Bu ülkede hafızalara kazınan, cevabı olmayan birçok soru var.
Herkesin bir sorusu olmalı; herkes kendi vicdanına bakmalı.
Benim sorum ise, o sessiz sorulardan biri:
“Gülistan Doku nerede?”





