Yansı(ma)

Serdar DUMAN

Toprak Ana’ya dokunuyordu. Yaydığı hayat ışıklarıyla Toprak Ana’ya. Birinin narin, diğerinin ise nasırlı elleri Toprak Ana’nın üzerinde bir yolculuğa çıkmıştı. Aynı hareketlerle elleri, hem Toprak Ana’ya değiyordu hem de hayatın ışıklarına….

Işıkların değdiği rengarenk çiçeklerin üzerinde kelebekler dans ediyorlardı. Arılar ise yaşamın özünü topluyorlardı.

Vadinin derinliklerinde ise suyun gürüldeyen sesi geliyordu. Kayalara asi bir şekilde çarpan suyun damlacıkları kayaların yüzüne dokunarak yolculuklarına devam ediyorlardı.

Sonu olmayan yolculuklarına…

……………………………………………………………………………………………

Hayatın ışıklarını usulca Toprak Ana’nın üzerinden avuçlayarak alıp birbirlerine verdiler. Işıklar gözlerinde, yürekerinde ışıldadı. Asla bitmeyecek olan mutlu ve umutlu bir yolculuğun ışıklarıydı bir birlerine verdikleri….

Usulca bir şekilde akan derenin yanına gidip bir taşın üzerinde oturdu Lorin. Elindeki tarağı suyun içine koyup ıslattıktan sonra uzun siyah saçlarını taramaya başladı. Bir yandan saçlarını tarıyor diğer yandan ise akan suyun içindeki taşların üzerine gözleriyle umutlarını çiziyordu….

Sırtını ceviz ağacına yaslamış hafif bir şekilde esen rüzgarın yapraklara dokunduğu anda çıkan melodileri izliyordu Hemra.

Günün ışıkları yavaş yavaş yükselmeye başlamıştı. Dağların zirvelerine dokunan ışıklar vadilerin derinliklerine doğru ilerliyorlardı.

Ceviz ağacının altından kalktıktan sonra beraber  yapmış oldukları ocağa doğru ilerledi Hemra. Ocağın üzerine koydukları su kaynamaya başlamıştı. Küçük bir demliğin içine biraz çay koyduktan sonra kaynayan sudan ekledi. Ateşin közlerinden biraz kenara çekip üzerine koydu demliği. Ateşin isinden kapkara olan demliklerde demlenen çayın kokusu, tadı…

Şaçlarını ördükten sonra gözlerini taşların üzerinden alıp Hemra’ya doğru çevirdi. Oturduğu yerden yavaşça kalkıp onun yanına doğru gitti. Tarağı bir köşeye koyduktan sonra genişçe bir taşın üzerine yiyeceklerden koydu. Bardakları suda yıkadıktan sonra onları da taşın üzerine koyup bağdaş kurup yere oturdu. Bir süre öyle yanyana hiç konuşmadan oturdular. Lorin zaten çok az konuşurdu. Hep bir yerlere bakardı. Hep bir şeyleri düşünürdü.

………………………………………………………………………………………………….

Gece yarısından sonra sancıları artmaya başlamıştı. Taştan yapılmış, üç odalı ve avlusu olan bir evin penceresinden gaz lambasının ışıkları dışarıya yansıyordu. Başında bekliyorlardı. Baharın yeni uğradığı, nisan ayının ilk haftası. Sabah tam da Güneş’in doğduğu anda bir Güneş daha doğdu. Gözlerini Güneş’le birlikte açtı. Upuzun siyah saçları olan annesi onu kucağına usulca aldıktan sonra hafifçe göğsüne bastırdı. Gözlerinden sadece birer damla göz yaşı geldi. Sonra hafif bir sesle ona bir lori söyledi. Lori bittikten sonra iki elinin arasına alıp havaya kaldırdı. Gülümseyen gözleriyle ona bakıp Lorin dedi.

………………………………………………………………………………………………….

Bardaklara çay doldurduktan sonra çaylarını içip birlikte bir şeyler yemeye başladılar. Hiç acele etmiyorlardı. Son çaylarını da içtikten sonra bir süre daha öyle hiç konuşmadan oturdular. Bir süre sonra Lorin ayağa kallkıp bardakları ve demlikleri alıp suyun kenarına gitti. Bardakları ve demlikleri yıkadıktan sonra bir torbaya güzelce yerleştirdi. Ceviz ağacının yanına gidip torbayı ceviz ağacının dalına astı.

Kalan yiyeceklerini de çantalarına yerleştirdiler. Yan yana yavaş yavaş yürümeye başladılar. Yalnız değilllerdi. Bir birlerine verdikleri umudun ışıkları onlara eşlik ediyorlardı. Güzel olana dair ne varsa ona doğru bir yolculuk….

Uzun bir süre hiç durmadan, hiç konuşmadan, birbirlerinin yüzüne bakmadan yanyana yürüdüler. Sadece ellerinin rüzgarı birbirine değiyordu. Bir süre daha yürümeye devam ettkten sonra buz gibi bir pınarın başına vardılar. Çantalarını yere bırakıp bir süre dinlendiler. Sonra ellerini ve yüzlerini yıkadıktan sonra buz gibi sudan avuçlarıyla içtiler. Lorin az ileride yıllara meydan okuyan bir söğüt ağacının altına gidip oturdu. Sırtı Hemra’ya dönüktü. Her zamanki gibi dalıp gitmişti Lorin. Hemra ise onu izliyordu.   Onun içinde olanları anlamaya çalışıyordu. Anlayabilecek miydi? Anlatabilecek miydi?

………………………………………………………………………………………………

Hava kararmadan önce dağlar ülkesinin çok uzaklarında bulunan bir köye vardılar. Küçük bir evin önüne vardıklarında durdular. Yavaşça kapıyı çaldı Lorin. Çok geçmeden kapıyı yaşlı bir ana yavaşça açtı. Kapıyı kilitlememişti. Asla kilitlemezdi. Dağlar ülkesinin kırsal bölgelerinde yaşayan halk genelde kapılarını açık bırakırdı. Bu kapılar yürekleri umut ve güzelliklerle dolu olan herkese her zaman açıktı. Kederli ve umutlu gözlerle bir süre onlara baktı. Lorin onun elini öpmek istedi ama ana buna izin vermedi. Birbirlerine sıkıca sarıldılar. Yavaşca içeri geçtiler, kapı açık kalmaya devam etti.

Ana gaz lambasını yakıp duvara astı. Daha da belirginleştiler. Duvarların çeşitli yerlerinde asılı duran siyah beyaz fotoğaflar. Ananın gözlerinde, yüreğinde sonsuza dek kalacak olan siyah beyaz fotoğraflar.

Biri sırtını kayaya yaslamıştı, bir diğeri kayanın ucunda oturmuştu. Bir başkası dağ keçisinin yavrusuyla beraber buz gibi sulardan içiyordu.

Lorin’in, Hemra’nın gözleri duvarlarda asılı kaldılar.

O gece geç saatlere kadar derin uzun bir sohbete daldılar. Lorin yine az konuştu. Her zamanki gibi gözlerini bir yere dikip daldı gitti. Nerelere kim bilir.

Duvarın bir kenarında düzgün bir şekilde üst üste dizilmiş olan yataklar yere serildi. Derin bir uykuya daldı hepsi…

…………………………………………………………………………………………………..

Bir uçurumun ucunda dimdik ayakta duruyordu. Hafiften bir rüzgar esiyordu. Esen rüzgar yüzüne değip yoluna devam ediyordu. Dalıp gitmişti. Bir yandan uçurumun en derininden süzülüp giden suya kayıyordu gözleri diğer yandan elini uzatsa değecek kadar uzaklıkta olan heybetli dağlara. Sonra uçurumun başında oturarak ayaklarını aşağı doğru sarkıttı. Tam uçurumdan aşağı kayıp düşeceği hissine kapılacağı anca narin bir elin omzuna dokunduğunu hissetti.

Gözlerini açtığı sırada Lorin’in eli hala omuzunun üzerindeydi. Birbirlerine gülümsediler.  Nerde olduğunu anlamaya çalıştı. Sonra hafifçe doğrularak yatakta biraz oturdu.

Ana ve Lorin çoktan uyanmışlardı. Hemra açık olan kapıdan çıkıp çeşmeye gitti. Buz gibi suyla yüzünü yıkadı. Bir süre etrafına bakındıktan sonra tekrar eve geri döndü. Yere serdikleri bir bez üzerine koydukları yiyecekleri bağdaş kurup yediler. Ateşte yapılmış olan çaylarını içtiler. Lorin Hemra’ya baktı. Ne demek istediğini hemen anlayan Hemra onları içeride başbaşa bırakıp dışarı çıktı.

Hiç kimsenin gözlerine uzun uzun bakamayan Lorin’in gözleri ananın gözlerinin içinde kaybolup gitmişti. Elleri ananın avuçlarının içindeydi. Sımsıcak hayat dolu olan ellerinin içinde. Ananın bir eli Lorin’in saçlarına gitti. Sonra gidip bir tarakla geri döndü. Yere oturdular. Lorin sırtını ananın dizlerine yasladı. Ana usulca bir şekilde Lorin’in saçlarını taramaya başladı. Bir an durup düşündü. En son kimin saçlarını taradığını anımsamaya çalıştı. Ve devam etti. Lorin’in gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Saçaları uzun olduğu için ananın onun gözyaşlarını göremeyeceğini düşündü ama bu düşüncesi uzun sürmedi. Çünkü bilirdi ki analar görmese bile hisserderlerdi.

Saçlarını güzelce taradıktan sonra sıkı bir şekilde ördü. Sandıktan çıkarıp getirdiği rengarenk bir yazmayı Lorin’in boynuna doladı.  Sonra kalkıp birbirlerine sıkıca sarıldılar. Dağlar ülkesinin kadınları. Biri daha gencecik diğeri ise yıllara meydan okuyan yaşlarda. Yürekleri aynı…

Beraber dışarı çıktıklarında Hemra’yı bir tümseğin üzerinde bağdaş kurup otururken gördüler. Dalıp gitmişti. Onların ayaklarının seslerini duyunca yavaşça onlara bakıp kalktı. Onlara doğru yürüdü. Ana elindeki mendili ona doğru uzattı. Yavaşça mendili alıp cebine yerleştirdi.

……………………………………………………………………………………………………

Yemyeşil meşe ağaçlarının arasında gizlenen, uzaklardan bakınca yaşamın izlerinin görülmediği ancak yakından bakınca yaşamın ilmek ilmek olduğu görülen, beş altı tane evin olduğu bir köy. Her yerinde bir yaşam pınarının aktığı bir köy. Son bahar ayının sonları. Anne ve babası çoktan karar vermişlerdi eğer erkek olursa hiçbir zaman arkadaşlarını, dostlarını yolda bırakmaması için Hemra adını vereceklerdi. Kız olursa ismini doğuma yardımcı olacak olan yaşlı ana koyacaktı.

Zorlu, sancılı bir doğum oldu. Öğleden sonra gözlerini açtı dünyaya Hemra

……………………………………………………………………………………………………

Yola düştüler. Bazen geriye dönüp bakarak düştüler yola. Lorin iyice sessizliğe gömüldü. Eli bazen boynundaki yazmaya gidiyordu. Hemra bazen gözünün ucuyla ona bakıyordu.

Nereye gidiyorlardı? Bu yolculuk nereyeydi? Yolculuk değil miydi? Olan sadece yolun kendisi miydi? Sürekli kullanıldığı belli olan bir patika yola saptılar. Serüvencilerin ayak seslerini gördüler, yüzlerinde olan inancı, umudu. Kendileri de mi birer serüvenciydi mi yoksa? Kim bilir?

………………………………………………………………………………………………

Gürül gürül akan ırmağın kenarında oturmuştu. Elinde bir eski kalın bir kitap vardı. Kitabın içindeki kelimelere kaptırıp gitmişti. Kendini bile unutmuştu. Irmağın sesini, öten kuşları duymuyordu. Onu seyreden balıkların farkında değildi. Bu durum ne kadar sürdü bilmiyordu. Kafasını kaldırıp biraz ötesine baktığında bir silüet görür gibi oldu. Irmağın kenarında oturmuş. Ayaklarını suya koymuş yüzünü ellerinin arasına almış olan bir silüet. Uzun süre onu izledi. Elindeki kitabı kapatıp yanına bıraktı. Sonra yüzünü ırmağa döndü. Ağzından çok hafif şekilde bir türkünün sesleri dökülmeye başladı. Türkü bittikten sonra kitabını alıp çantasına koydu. Ayağa kalktığı sırada az önce biraz ötesinde duran silüetin hemen arkasında durduğunu gördü. Söylediği türküyü duymuş muydu? Yüzüne baktı iyice. Yıllar öncesinden gördüğü ancak hiç konuşmadığı bir silüet olduğunu anladı.

………………………………………………………………………………………………….

Serüvencilerin izlerini seslerini arkalarında bırakıp yollarına devam ettiler. Yollar yükseliyordu. Bir kayalığın başına geldikleri zaman durup oturdular. Omuzları birbirine değiyordu. Lorin uzaklara bakıyordu, Hemra ona. Aniden Hemra’nın dudaklarından bir türkünün sözleri dökülmeye başladı. Türkünün sözleri Lorin’in yüreğine değiyordu. Uzaklara  bakarak sonuna kadar dinledi türküyü. Bitince gözlerini çevirip Hemra’nın gözlerine baktı. Gözleriyle ona teşekkür etti. Çok konuşmamasına rağmen Hemra onun ne demek istediğini anlardı her zaman.

Bir süre daha yürümeye devam ettiler. Dağlar ülkesinin yükseklerinde çevresinde rengarenk çiçeklerin olduğu bir göle vardılar. Orada onlardan başka kimse yoktu. Biraz durduktan sonra gölün kenarına gidip çantalarını yere bırakıp bağdaş kurup oturdular. Su besberraktı.

Sudaki yansı(ma) larına baktılar. Suyun içinde yansıyan gözlerine. Lorin ilk defa bu kadar uzun süre Hemra’nın gözlerine baktı. Sudaki yansı(ma) da birbirlerinin kalp atışlarını duydular. Toprak ananın üzerinden avuçlarıyla alıp birbirlerine verdikleri hayatın ışıklarını suyun üzerine bıraktılar. Hayatın ışıkları suyun üzerinde bir süre yolculuk yaptıktan sonra birbirlerine karıştılar. Onlar ise hem sudaki yansı(ma) larını hemde birbirine karışıp bir yolculuğa çıkan hayatın ışıkalrını seyre daldılar………

Benzer Yazılarımız

F X T B in B @