Serdar DUMAN
Süzülüp gelen damlalar.
Damların üzerini döven damlalar.
Sonra süzülüp damların ucundan yere dökülen damlalar.
Gece yağan yağmurun sesiyle yere serdiği yatağın üzerinde derin bir uykuya dalmıştı.
Nereye gitmişti rüyalarında. Hangi diyarlara.
Erken uyandı her zaman ki gibi. Gözlerini önce tavanın üzerinde gezdirdi sonra perdesi her zaman açık olan pencerede.
Bir süre damlaların sesini dinledi. Daha sonra gözlerini kapatıp rüyasındaki diyarları anımsamaya çalıştı.
Gözleri kapalı yüzünde ise her zamanki gülümseme vardı.
Kışın sonu geliyordu baharın ise kıpırtıları.
Kardelenler buza dönüşmüş karı yarıp güneşi selamlıyorlardı. Baharın müjdecisi olan kardelenler.
Derin bir nefes çekerek üzerindeki yorganı kaldırdı. Sonra doğrularak bir süre öylece yatağın içinde oturdu. Hiç acele etmeden.
Buzlar kıpırdamaya devam ediyorlardı. Sonra hafiften yana düşüyorlardı. Baharın müjdecileri arkadaşlarına katılıyorlardı. Coşkuları giderek artıyordu.
Elini hafifçe yatağın üzerine koydu. Tam kalkacakken gözleri yatağın üzerinde olan desenlere takıldı. Bu desenler ilk olarak kimin yüreğinde yer edinmişti onu düşündü. Yüreklerden ellere, ellerden kumaşa.
Dokundu desenlere.
Damların ucundan damlalar yere düşmeye devam ediyordu.
İçeride loş bir ışık vardı.
Ayağa kalktı. Duvara astığı lambaya doğru gitti. Biraz yağ ekledikten sonra kibrit kutusunu eline alıp bir çöp kibritle fitile ışığın yaşam ateşini verdi.
Gaz yağının kokusu. Kibritin kokusu.
Birbirlerine karıştılar. Odanın içine yayıldılar.
Bir nefes çekti. Gözlerini kapatarak. Kokular ise lambanın yansıttığı gölgesine baktılar. Gözleri kapalıydı. Kalbinin atışları gölgesinde görünüyordu. Yatağı ve yorganı toplayıp odanın köşesine koydu. Üzerini bir çarşafla örttü. Bir başka yürekten çıkan desenler ise çarşafın üzerindeydi. Tahta kapının kolunu tutup çekti. Kapı gıcırdayarak açıldı. Demir kova ve ateş küreğini alıp içerideki kuzineye yöneldi.
Kuzinenin kapısını açtı. İçindeki külleri alıp kovaya koymaya başladı. Küllerin içinde kalan küçücük ateş parçaları.
……………………………………………….
Soğuk duvarlar. Birçok katlı soğuk duvarlar. Aralarına sıkışmış boğulmak üzere olan, sanki son nefeslerini verecek gibi duran küçük soğuk duvarlar. Perdeleri sürekli kapalı olan gri duvarlar. Perdeleri bazen aralayıp sokaklardaki kalabalık yalnızlıklara takılan yalnız gözler. Sonra kapanan perdeler. Geniş ama dar olan soğuk duvarların arasında gidip geldi. Soğuk duvarlarda koku yok. Tüpte pişen yemekte tat yok. Çaylar birkaç bardaklık.
O gün sabah kahvaltı yapmadı. Pencereye doğru yöneldi. Perdeyi aralarken eli soğuk cama değdi. Pencerenin önünde duran bir serçe kuşu havalanıp uzak diyarlara doğru kanat çırpmaya başladı. Gözleri kuşun kanatlarına takıldı. Sonra sokaktaki kalabalık yalnızlıklara. Perde kapandı.
…………………………………………………
Kucağına koyduğu odunları kuzinenin önüne indirdi. Sonra elleriyle kazağının üzerine yapışan odunların kırıntılarını toplayıp yerde indirdi. Odunları kuzinenin içine güzel bir şekilde koymaya başladı. Ateş alan odunlardan çıkan çıtırtılar. Testiden demliğe su doldurup sobanın üzerine koydu. Evin girişinde duvara asılı duran terekten sarı tarağı şalvarının cebine koydu. Sabunluğu alıp kara lastiklerini giydikten sonra çeşmeye doğru yola koyuldu. Patika yolun kenarında yer yer buza dönüşmüş kar öbekleri. Bazen köşelerine basarak yürüdü. Yanından geçenleri selamladı. Çeşmenin başına gelince suyun arttığını gördü. Sabunluğu açıp çeşmenin penceresine koydu. Taştan yapılmış olan çeşmenin üzerinde bir taşın üzerinde bazı isimler ve altında bir tarih. Buz gibi suyla yüzünü yıkadıktan sonra elleriyle saçlarını biraz ıslattı. Cebinden çıkardığı sarı tarakla çeşmenin hemen yanında saçlarını taramaya başladı.
…………………………………………….
Kalabalık yalnızlıkların arasında hızlı adımlarla yürüyordu. Omuzuna astığı çantasıyla hızlı adımlarla. Otogara vardığında yıllara meydan okuyan kırmızı renkli minibüs orda duruyordu. Yanında birkaç kişi duruyordu. Ellerinde dumanını havaya savurdukları kaçak tütünler. Bir şeyler konuşuyorlardı. Şoför çantasını alıp bagajdaki diğer çantaların yanına koydu.
Minibüsün içine geçip bir koltuğa oturdu. Asfalt yollardan stabilize yollara doğru yol alan tekerler. Stabilize yollarda tekerlerin altından sağa sola fırlayan taşlar. Eski bir radyodan çok uzaklardan gelen sesler. Şoförün tütününden camdan dışarıya çıkan dumanlar. On ya da on beş kişiden oluşan binlerce kalabalık. Sohbetlere dahil olan sesler. Kıvrılıp giden yollar. Geride kalan kalabalık yalnızlıklar.
……………………………………………..
Demliğin borusundan tavana doğru yükselen buhar. Burnuyla buluşan koku. Kokunun verdiği mutlulukla yüzünde oluşan güzellik.
Kalabalık yalnızlıklara veda edip gelmişti. Çantasını eve bırakıp önce evin içini bir güzel süpürmüştü. Evin duvarlarındaki toprak sıvalar yer yer dökülmüştü. Köyde çıkardıkları beyaz kili evin kilerinden alıp küçük bir leğenin içine koydu. Sonra içine biraz su ekledi narin elleriyle yoğurmaya başladı. Kili yoğurduktan sonra elleriyle dökülen yerlere sürmeye başladı. Kokusu muhteşemdi. Nereye giderse gitsin onunla olacaktı.
Günler geçiyordu. Perdeler hiç kapanmıyordu.
Kardelenlere mi?
Nergisler ekleniyordu.
Sonra mı?
Yerlerini papatyaların kokularına bırakacaklardı.
Dışarıda yapılan ocakların üzerinde kengerler, çeşit çeşit pancarlar kaynıyordu.
Ve daha birçok şey.
Herkesin içinden geçip gitti.
Patika yolun kenarında çıkan ışkınlardan bir tane koparıp yedi.
Sonra yürümeye devam etti.
Yüksek dağların zirveleri hala karla kapalıydı.
Eteklerinde kurulu köyler.
Uzaktan bakılınca ince bir çizgi gibi görünen patika yollar.
Durdu.
Bakışları..
Gözleri…
Gözlerindeki yollar…
Sadece karşısında olan yollar mı?
En uzun yollardı?
Gözlerindeki…
En uzun yoldu bakışları…





